Türkiye ekonomisinin son otuz yıllık serüveni, birçok makroekonomik dalgalanma ve krizle şekillenmiştir. Bu süreçte halkın ekonomik davranış kalıpları da dönüşmüş, özellikle tasarruf alışkanlıklarında “dövizle birikim” neredeyse kültürel bir refleks halini almıştır. Ancak bu eğilim sadece bireysel değil, aynı zamanda kamusal ekonomik istikrar açısından da kritik riskler barındırmaktadır. Türkiye’de dolarizasyon, sadece enflasyon ya da faiz karşıtlığının sonucu değil; derinleşen yapısal güven sorunlarının da bir yansımasıdır.
Dolarizasyon, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde finansal istikrarsızlık dönemlerinde hızla artan bir olgudur. Özellikle yüksek enflasyon, kur istikrarsızlığı ve makroekonomik belirsizlik ortamlarında dövize yönelim bir güvenlik refleksi olarak algılansa da uzun vadede ülke ekonomisinin kırılganlığını artıran sistemik bir risktir. Bu çalışmada, döviz cinsi birikimlerin Türkiye ekonomisinde faiz gelirli TL varlıklardan daha tehlikeli olmasının nedenleri incelenmekte; yapısal sonuçları, para politikası üzerindeki etkileri ve finansal bağımlılık dinamikleri irdelenmektedir.
Türkiye’de bireyler, ekonomik belirsizlik ve yüksek enflasyon dönemlerinde genellikle döviz cinsinden tasarruflara yönelmektedir. Bu davranış, kısa vadede değer koruma güdüsünü tatmin etse de uzun vadede para ikamesi, finansal bağımlılık, kur şoklarına hassasiyet ve para politikası etkisizliği gibi ciddi yapısal sorunlara neden olmaktadır. Oysa geleneksel olarak eleştirilen “faizle birikim” yöntemi, para politikasının doğrudan denetiminde olan ve regülasyona açık bir araçtır. Dolarizasyon ise kontrolsüz bir dışsal bağımlılık sürecidir.
Faiz Tartışmasından Öte: Dolarizasyonun Derin Riski
Türkiye’de yıllardır kamuoyunda tartışılan faiz hassasiyeti, siyasi ve dini argümanlarla desteklenmiş, TL cinsi yatırımlar üzerinde baskı oluşturmuştur. Ancak asıl tehlike, çoğu zaman göz ardı edilen dövizle birikim saplantısıdır.
Dolarizasyon, yerel para yerine yabancı paranın birikim, ödeme ve fiyatlama aracı olarak kullanılmasıdır. Türkiye’de bu olgu 1990’lı yıllarda başlamış, 2001 krizi ve 2008 sonrası global şoklarla yeniden ivme kazanmıştır. 2020 sonrasında ise hem bireysel hem kurumsal yatırımcıların dövize yönelimi dramatik şekilde artmıştır. TCMB verilerine göre, 2023 yılı itibarıyla toplam mevduatların yaklaşık %60’ı döviz cinsindendir.
Dövizle birikim, faiz hassasiyetiyle birlikte değerlendirildiğinde bir çelişkiyi ortaya koyar:
- Faize karşı olduğunu belirten bireyler,
- Aynı zamanda dövize yatırım yaparak başka bir ülkenin para politikasına faiz geliri karşılığı bağlanmaktadır.
Bu çelişki, sadece bireysel düzeyde değil; ülke ekonomisinin dışa bağımlılığını da artırmaktadır.
Neden Faizden Daha Tehlikeli?
- Para Politikası Bağımsızlığına Darbe:
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) para politikası araçları, piyasadaki dövize endeksli davranış kalıpları nedeniyle işlevsizleşmektedir. TL cinsi varlıklara güven azaldıkça, merkez bankasının faiz silahı da etkisizleşir.
- Kur Geçişkenliği ve Enflasyon:
Dövizdeki her dalgalanma, iç piyasalara doğrudan yansımaktadır. Dövize olan yüksek talep, kur geçişkenliğini artırmakta ve fiyat istikrarı üzerinde ağır baskı oluşturmaktadır.
- Yatırım Motivasyonunun Bozulması:
Üretime ve reel sektöre yönelmesi gereken tasarruflar atıl döviz hesaplarında bekletilmekte, yatırım ile ekonomi ilişkisi zayıflamaktadır.
- Psikolojik Bağımlılık:
Dolarizasyon, sadece finansal bir olgu değil, davranışsal bir bağımlılıktır. Vatandaşlar, TL bazlı getiriler ne kadar cazip olursa olsun, “güvenli liman” olarak dövizi tercih etmektedir.
- İç Şoklara Karşı Kırılganlık:
Kur şokları ve dış borç yükü arttıkça, ekonomi içeriden değil, dış piyasa koşullarından daha fazla etkilenir. Bu da ekonomik egemenlik tartışmalarını beraberinde getirir.
Döviz Cinsi Birikimin Zararları
1. Para Politikası Etkisizliği
Dolarizasyon, merkez bankasının kontrol edemediği bir para arzı yaratır. Faiz oranları üzerinden enflasyonu kontrol etmek isteyen TCMB, döviz cinsi birikimler karşısında politika etkisini kaybeder. Bu durum, enflasyon beklentilerinin yönetilememesine ve fiyat istikrarsızlığına neden olur.
2. Kur Şoklarına Açıklık
Yükümlülüklerin TL, birikimlerin ise döviz cinsinden olduğu durumlar, kur şoklarıyla birlikte firmaların bilanço dengesini bozar. Bu finansal kırılganlık reel sektör üzerinde doğrudan etkili olur. “Finansal dolarizasyon” ile bankacılık sektörü bile TL dışı yapıya kayar.
3. Ekonomik Bağımlılık ve Arbitrajcı Refleksi
Dövizde tutulan varlıklar, yurtdışı merkezli finansal dalgalanmalara karşı savunmasızdır. Küresel faiz artışları ya da FED politikaları, Türkiye içindeki birikim davranışlarını etkiler. Bu durum, yurtiçi tasarrufların dış kaynaklara endeksli hale gelmesi anlamına gelir.
4. Faiz Geliri – Kur Zararı Paradoksu
Döviz birikimi kısa vadede kâr sağlasa da uzun vadede döviz gelirleri TL’deki faiz gelirine kıyasla daha istikrarsızdır. Ayrıca döviz kuru düşüşlerinde, vatandaşların alım gücü azalmaz; ancak varlıklarının değeri düşer. Oysa TL faizinde, enflasyon korumalı getiriler mümkündür.
Davranışsal Boyut: Belirsizlikten Kaçınma ve Dolarizasyon
Türkiye, belirsizlikten kaçınma eğilimi yüksek bir ülkedir. Bu durum, kur ve enflasyon gibi risklere karşı halkın güvenli liman olarak dövizi tercih etmesini açıklasa da bu tercihlerin irrasyonel bir döngüye yol açtığı da açıktır: dövize yönelim kur artışını, kur artışı yeni döviz talebini tetikler.
Kültürel Kodlara Yerleşmiş Bir Eğilim
Türkiye’de dövize yönelim artık sadece ekonomik değil; sosyolojik bir olgu halini almıştır. Hanelerde “yastık altı döviz”, şirketlerde “dövizle faturalama”, bankalarda “dövizle mevduat” sıradanlaşmıştır. Bu durum, ülkenin ekonomik döngüsünü, başka ülkelerin para politikalarına bağlamakta; ulusal ekonomik stratejilerin etkisizleşmesine neden olmaktadır.
Dolarizasyonun Kırılması Neden Zor?
- Kriz hafızası tazedir. 1994, 2001, 2018, 2021 gibi yıllarda yaşanan kur şokları, toplumun dövize yönelimini kalıcı hale getirmiştir.
- Politik ve ekonomik istikrarsızlık, TL’ye olan güvenin tekrar inşa edilmesini zorlaştırmaktadır.
- Makroekonomik tutarsızlıklar (faiz-karşıtı politika ile yüksek enflasyonun birlikte yürütülmesi) de dolarizasyonun önünde engel oluşturmaktadır.
Çözüm: Faiz Tartışmasının Ötesine Geçmek
Dövizle birikim alışkanlığı, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını zayıflatan ve yapısal dönüşümünü engelleyen bir bariyere dönüşmüştür. Faiz karşıtı söylemlerle şekillenen ekonomik söylemler, ancak TL’ye duyulan güven yeniden inşa edilirse etkili olur.
Bunun için:
- Enflasyon kontrol altına alınmalı,
- TL bazlı uzun vadeli finansal enstrümanlar yaygınlaştırılmalı,
- Vergisel teşvikler ve farkındalık kampanyaları yoluyla bireysel yatırımcı davranışı yönlendirilmelidir.
Faiz, Enflasyon ve Döviz Üçgeninde Tercih Değerlendirmesi
Türkiye’de faizle birikim yapmak hem enflasyona karşı koruma sağlar hem de sistem içi regülasyona tabiidir. Devletin vergi düzenlemeleri, merkez bankası kontrolü ve BDDK denetimi, TL bazlı faiz getirilerini öngörülebilir ve güvenli hale getirir. Döviz cinsi varlıklar ise bu denetimlerin dışındadır ve volatilite riski taşır.
Sonuç
Türkiye’de dolarizasyon, sadece bireysel tercihlerle değil, sistemsel güvensizlikle beslenen bir süreçtir. Bu süreç kontrol altına alınmadığı takdirde, TL’nin itibarı zedelenir ve finansal egemenlik zayıflar. Faize karşı toplumsal ve dini duyarlılıkların alternatif arayışa yönlendirdiği ortamda döviz tercihleri daha zararsız gibi görünse de aslında faizden çok daha tehlikeli sonuçlar doğurur. Bu nedenle önerilen politika seti şu şekilde özetlenebilir:
- TL’ye güven artırıcı yapısal reformlar,
- Enflasyonla mücadelede kararlılık ve şeffaflık,
- Döviz işlemlerine yönelik düzenleyici tedbirler (örneğin rezerv opsiyon mekanizmaları),
- Finansal okuryazarlık eğitimleriyle dövizin spekülatif değil sistemik bir risk olduğu anlatılmalıdır.
Türkiye’de faiz karşıtlığı kadar tartışılması gereken bir başka mesele, dövizle birikim saplantısıdır. Dolarizasyon; ekonomide kırılganlıkları derinleştiren, para politikalarını işlevsizleştiren ve yatırımın önünü tıkayan sinsi bir bağımlılıktır. Faizi tartışırken, dövize bağımlı tasarruf davranışları göz ardı edilirse, ekonomik bağımsızlık hedefi retorik düzeyde kalacaktır.
İlk yorum yapan siz olun