İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Türkiye neden 1,42 de kaldı?

Türkiye’nin Ar-Ge Harcamaları Neden %1,42’de Takıldı ve Nasıl Artırılabilir?

Türkiye’de araştırma-geliştirme (Ar-Ge) harcamalarının milli gelire oranı son yıllarda artmasına rağmen halen istenen seviyenin oldukça altında kalmaktadır.

Türkiye’nin Ar-Ge Performansı: AB ve Lider Ülkelerle Karşılaştırma

Türkiye’nin Ar-Ge harcama oranı (%1,42), gelişmiş ekonomilerin oldukça gerisindedir. AB ülkeleri ortalama olarak milli gelirlerinin %2’den fazlasını Ar-Ge’ye ayırmaktadır (2023’de AB 27 ortalaması %2,26’ydi).

Örneğin; Almanya’da Ar-Ge harcamaları GSYH’nin yaklaşık %3,1’i düzeyindedir. Benzer şekilde Fransa %2,2, İsveç %3,4, Avusturya %3,2 gibi oranlarla Türkiye’nin çok üzerindedir. Dünya genelinde de İsrail %6,3 ile en yüksek Ar-Ge yoğunluğuna sahip ülke konumundayken, Güney Kore %5 ile ikinci sıradadır. Amerika Birleşik Devletleri bile %3,4 ile Türkiye’nin yaklaşık iki buçuk katı oranında Ar-Ge harcaması yapmaktadır. Bu veriler, Türkiye’nin bilgi ekonomisinde rekabetçi olabilmek için Ar-Ge’ye ayırdığı payı ciddi biçimde artırması gerektiğini göstermektedir.

Türkiye son 20 yılda Ar-Ge yatırımlarını mutlak değer olarak önemli ölçüde artırmış olsa da GSYH’ye oran hedeflenen düzeye ulaşamamıştır.

Bilgi Ekonomisinin Önemi ve Ar-Ge’nin Rolü

Küresel ekonomide bilgi, teknoloji ve inovasyon kapasitesi ülkelerin refah artışında belirleyici hale gelmiştir. Ar-Ge faaliyetleri ve yenilik, bir ülkenin büyüme ve rekabet gücünü artırmanın anahtarıdır. Nitekim yüksek Ar-Ge yatırımı yapan ülkelerde genellikle kişi başı gelir ve verimlilik daha yüksektir.

Bilgi ekonomisi kapsamında sadece laboratuvarlarda yapılan Ar-Ge değil, yazılım, yapay zeka, büyük veri analitiği, dijital hizmetler ve danışmanlık gibi bilgi yoğun faaliyetlere yapılan yatırımlar da kritik önem taşır. Bu alanlar ekonomik büyümenin yeni motorları olarak görülmektedir.

Özel Sektörde Düşük Danışmanlık ve Bilgi Hizmeti Harcamalarının Sonuçları

Türkiye’de yalnızca kamu kaynaklarının Ar-Ge’ye yönlendirilmesi değil, özel sektörün de Ar-Ge ve bilgiye dayalı hizmetlere yatırım yapması kritik önemdedir. TÜİK verilerine göre Türkiye’de Ar-Ge harcamalarının yaklaşık üçte ikisi özel sektör şirketlerince gerçekleştirilmektedir. Özel sektör payının artması olumlu bir gelişme olmakla birlikte, Türk şirketlerinin genel olarak danışmanlık, eğitim ve bilgi hizmetlerine ayırdığı bütçeler düşük kalmaktadır.

Danışmanlık hizmetlerine düşük bütçe ayırmanın sonuçları arasında verimlilik kayıpları, stratejik vizyon eksikliği ve inovasyon fırsatlarının kaçırılması sayılabilir. Gelişmiş ülkelerde büyük şirketler kadar KOBİ’ler de dış uzmanlıklardan yararlanarak süreçlerini iyileştirmekte, yeni teknolojileri adaptasyonda hız kazanmaktadır. Türkiye’de ise pek çok KOBİ’nin kurumsal kapasiteyi geliştirmek üzere profesyonel danışman desteği almadan faaliyet göstermesi, onların büyüme ve yenilik yapma potansiyellerini sınırlamaktadır. Örneğin dijital dönüşüm, veri analitiği veya yurt dışı pazarlara açılma konularında danışmanlık almayan firmalar, küresel rakiplerine göre know-how eksikliği yaşayabilir.

Özel sektörün bilgi hizmetlerine yatırım yapmaması, aynı zamanda ulusal Ar-Ge ekosistemini de olumsuz etkiler. Çünkü şirketlerin dışarıdan alacağı her bilgi hizmeti, bir anlamda ülke içinde bilgi ekonomisine talep yaratır ve bilgi üreten sektörlerin gelişimini destekler. Yazılım, AR-GE danışmanlığı, teknoloji geliştirme, tasarım gibi alanlara talep artmadan, bu alanlarda uzman şirketlerin büyümesi de zor olacaktır. Dolayısıyla Türk şirketlerinin araştırma, danışmanlık ve teknoloji iş birliklerine daha fazla bütçe ayırması hem kendi rekabet güçleri hem de ülkenin toplam inovasyon kapasitesi açısından gereklidir.

Üniversite-Sanayi İşbirliği, Patent ve Ticarileştirme Sorunları

Türkiye’de Ar-Ge ekosisteminin bir diğer zayıf noktası, üniversite-sanayi işbirliğinin yeterince güçlü olmamasıdır. Teorik olarak üniversiteler bilgi üretirken, sanayi bu bilgiyi ticarileştirip ekonomik değere dönüştürmelidir. Ancak pratikte, akademi ile özel sektör arasında istenen düzeyde güven, iletişim ve ortak proje kültürü henüz tam yerleşmemiştir. Birçok akademik araştırma makale veya patent olarak kalmakta, sanayiye aktarılıp ürüne dönüşememektedir. Türkiye, Ar-Ge, inovasyon ve yapay zekâ becerileri açısından bölgesel ve küresel liderlerin gerisinde bulunmaktadır. Bu ifade, sadece finansal yatırım değil, bilgi birikiminin uygulamaya konulmasındaki eksikliği de vurgulamaktadır ki üniversite sanayi kopukluğu bunun önemli bir nedenidir.

Patent istatistikleri de ticarileşme sorununa işaret ediyor. Özellikle uluslararası patent başvurularında Türk şirketlerinin payı çok düşüktür.

Üniversite-sanayi işbirliğinin zayıf olması, şu sorunları beraberinde getiriyor:

  • Teknoloji Transferi Eksikliği: Üniversitelerde üretilen bilgi ve buluşlar sanayiye aktarılamıyor. Teknoloji Transfer Ofisleri son yıllarda kurulsa da, beklenen etki sınırlı kalıyor. Bu da patentlerin ticarileşememesiyle sonuçlanıyor.
  • Ar-Ge’nin Ticarileşememesi: Firmalar çoğu zaman üniversitelerden çıkmış fikirlere mesafeli duruyor veya haberdar olmuyor. Akademisyenler de piyasa odaklı projelere yeterince yönelmiyor. Sonuçta Ar-Ge faaliyetleri ekonomiye dönüş sağlayamıyor.
  • Ortak Proje Azlığı: Gelişmiş ülkelerde şirketler ve üniversiteler ortak Ar-Ge projeleri yürütüp kamu fonlarını birlikte kullanırken, Türkiye’de bu tür konsorsiyumlar sınırlı. Bu da bilgi paylaşımını kısıtlıyor.
  • Nitelikli İnsan Kaynağı Hareketliliği: Akademiden sanayiye veya tersi yönde araştırmacı geçişleri cüzidir. Doktora mezunlarının önemli bir kısmı sanayide değil akademide kalmayı tercih ediyor, sanayi yeterince araştırmacı istihdam edemiyor.

Bilgi Üretimi, Ticarileştirilmesi ve Satışı Odaklı Kurumsal Öneriler

Türkiye’nin Ar-Ge atılımını gerçekleştirebilmesi ve %1,42 bandına sıkışan Ar-Ge yoğunluğunu yukarı çekebilmesi için bütüncül ve kurumsal yaklaşımlar gerekiyor. Bilginin üretilmesi, ticarileştirilmesi ve uluslararası pazarlarda satışı odaklı şu politika önerileri öne çıkmaktadır:

  • Ar-Ge Yatırımlarını Artırma Hedefi
  • Öncelikli Sektörlerde Atılım
  • Üniversite-Sanayi Köprülerini Güçlendirme
  • Patent ve Fikri Mülkiyet Stratejisi
  • Danışmanlık ve Bilgi Hizmetlerine Talebi Artırma
  • Ar-Ge Teşviklerinde Reform
  • Beyin Göçünü Tersine Çevirme ve İnsan Kaynağı Gelişimi

Yukarıdaki adımlar, Türkiye’nin bilgiyi üreten, o bilgiden katma değerli ürün geliştiren ve bu ürünleri dünyaya satan bir ekonomiye dönüşmesi için yol haritası niteliğindedir.

Sonuç olarak, Türkiye’nin Ar-Ge harcamalarının milli gelirine oranını %1,42 seviyesinden yukarılara çekmesi bir tercih değil zorunluluktur. Küresel ekonomide rekabet gücü, büyük ölçüde yenilik yapabilme kapasitesine dayanmaktadır. Türkiye, geçmiş yıllarda Ar-Ge altyapısını güçlendirme yönünde önemli mesafe kat etmiş, harcama tutarlarını artırmıştır. Ancak bu çabaların meyvelerini tam anlamıyla toplamak ve 21. yüzyılın bilgi ekonomisinde söz sahibi olmak için daha gidecek çok yol vardır. Ar-Ge harcamalarında Avrupa ortalamasını yakalamak ve aşmak, İsrail ve Güney Kore gibi örneklerde görüldüğü üzere kararlı ve bütüncül politikalarla mümkündür.

Türkiye, işbirlikçi bir inovasyon ekosistemi inşa etmeli; özel sektör, kamu ve üniversiteler arasındaki engelleri kaldırarak ortak hedeflere yönelmelidir. Danışmanlık ve bilgi hizmetlerinin değeri anlaşılmalı, şirketler öğrenen organizasyonlar haline gelmelidir. Bilgi üretmek kadar, üretilen bilgiyi ekonomik değere dönüştürmek odak noktası olmalıdır. Patent sayılarını artırırken, patentlerin ticarileşme oranını da artırmak hedeflenmelidir. Ar-Ge teşvikleri sürekli iyileştirilmeli, ulusal kaynaklar verimli kullanılmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, bilimsel araştırma ve inovasyon kültürü bir ülkenin gelecek nesillere bırakacağı en değerli miraslardan biridir. Türkiye’nin bilgi toplumuna dönüşüm yolculuğunda atacağı cesur adımlar, uzun vadede sürdürülebilir büyüme ve yüksek refah olarak geri dönecektir. Ar-Ge harcamalarını %1’lerden %3’lere çıkarmak yalnızca bir istatistik hedefi değil, aynı zamanda ekonominin yapısını dönüştürecek bir hamledir. Bu hamleyi gerçekleştirebildiğimiz ölçüde, küresel rekabette üst sıralara tırmanan, teknoloji üreten ve satan bir Türkiye hayalini gerçeğe dönüştürebiliriz.

Kısaca, beğenmediğimiz ülkeleri neden beğenmiyoruz bir kez daha düşünelim.

Dr. Mehmet Emin Tatlı

İndex Ekonomi Bağımsız Denetim A.Ş.

Yönetim Kurulu Başkanı

İlk yorum yapan siz olun

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir